27 Ağustos 2013 Salı

Freaks and Geeks

Netflix'te Freaks and Geeks'i seyretmeyi demin bitirdim. Karakter gelişimi ve iyi öykü anlatımı üzerine kurulmuş, lise öğrencilerinin kişiliklerini arayış hikayelerini anlatan bir dizi. NBC 18 bölüm yayınlanmasına izin vermiş, sonra iptal etmiş. Yıllar içerisinde kült konumu elde etmiş.

Hakkında hep olumlu eleştiriler okuduğumdan iyi bir eser olacağı beklentim vardı, beklediğimden dahi iyi çıktı. TV'de alışık olmadığımız bir sahicilikle yaratılmış. Behzat Ç.'yi de yapmacık olmayışıyla sevmiştik zati.

En sevdiğim karakter geekzadelerden Bill Haverchuck. Meraklı, saf, nazik, ve canına tak ettiğinde karşı çıkışları duygulandırıcı.

Benim gibi, yıllardan sonra ancak keşfettiği için, tek başına seyredip, bölümler sonrası fikir teatisi yapabilmek için şu link'lerden faydalınabilir:

Yönetmenle her bölüm hakkında kısa soru cevaplar: http://www.avclub.com/articles/paul-feig-walks-us-through-freaks-and-geeks-part-1,72057/
Her bölümün bir incelemesi: http://www.criticallytouched.com/freaksandgeeks/
Her bölümün recap'i ve yorumlar: http://sepinwall.blogspot.com/search/label/Freaks%20and%20Geeks Bu blog'un yazarı Alan Sepinwall ABD'nin en mühim TV eleştirmenlerindenmiş.
Vanityfair'ın 2012'de hazırladığı: "The Exclusive Freaks and Geeks Reunion"  http://www.vanityfair.com/hollywood/2013/01/photos-freaks-and-geeks-reunion-exclusive Fotoğraflar, oyuncularla söyleşiler, yönetmenin ikinci sezona dair fikirleri.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Hep yaşamak istediğim gibi bir gün

Bugün, hep yaşamak istediğim hayatı deneyimlediğim bir gün oldu.




Hep bir şeylerin "hayatımı yaşamak istediğim şekil"den beni uzak tuttuğu, ertelediğini hissettim. Bu hissin en garip kaynaklarından biri fizik dersleri. Fizik bilgisi üretimine dalamıyor oluşumun önündeki en büyük engel olarak fizik derslerini görüyorum. Herhalde derslerde çok başarılı olamamam böyle bir savunma mekanizması geliştirmeme yol açıyor. Yoksa, fiziği öğrenmeden nereye gidiyo'n yeğenim?

Geçen sene bir yandan zorunlu derslerle cebelleşip bir yandan da yeterlilik sınavına çalışırken, bir kumar oynayıp quantum information dersini almam da sanırım bu paçamdan yakalayıp gitmeme izin vermeyenlere bir tepkiydi sanırım.




Sabah, dün gece tez hocamın haber verip çağırdığı konuşmayı dinledim. Boğaziçi'nde en çok özlediğim etkinliklerden olan Yağmur Hoca'nın "Chaos Etc." seminerlerine benzer bir tad aldım. Bu hatırlayışın özlemiyle hasret giderdim. (Yeni bilimsel paradigmalardan bahsedişiyle biraz da Gediz Hoca'yı andırıyordu.)

Konuşmacı Çek Cumhuriyeti'nden, Brno'daki "Faculty of Infomatics"ten Jozef Grusko idi. Kendisi 1999'da ilk quantum information kitaplarından birini yazmış. Sahada olup biten her şeyi takip eden. 100'lerce makalesi olan, organizatör vasfı gelişmiş biriydi.

Sunumun ana fikri temel bilimlerde yaşanan paradigma değişiklikleriydi. Antik Yunan'daki felsefe tabanlı anlayıştan sonra Galileo ile gelen doğayı matematik denklemlerle betimleme paradigmasından sonra information processing teknolojilerinin çok gelişmesiyle beraber yeni bir çağa giriyor oluşumuzdan bahsetti. Sanki Ghost in the Shell'in sunum haliydi. Emergent bir fenomen olarak internet, insanların muhtelif information processing unsuruyla augment edilmesi, biyolojik tabanlı olmayan zekanın icadı, insan bilincinin bilgisayar ortamına aktarılması vs. Bahsettiği konular arasındaydı.

Yeni çağın paradigmasının ise gerçekliğin matematiksel, kesin ifadelerini bulmak değil, simülasyonlar yapmak, görselleştirmek, modellemek, (derin mantık yürütmeye alternatif olarak) aramak, robotlar, yapay zekalar icat etmek, problem çözen sistemler geliştirmek vs. olduğunu iddia etti. Önce bir rahatsızlık hissettim. "Simülasyon, ilgilenilen sistemini karmaşıklığından dolayı matematiksel, basit çözülebilir denklemler üzerinden giden yaklaşımın işe yaramadığı durumlarda başvurulacak son çaredir" diye düşündüm. Hatta "eski paradigmanın bir ürünü olarak böyle hissettiğimi" söyleyip, kendisinin ne düşündüğünü sordum.

Aslında çok haklı. "Alt seviye"deki kavramlar, yöntemler bileşke sistemleri açıklamada komik kalınca yeni kavram silsileleri ve yöntemler kullanan yeni disiplinler geliştiriyoruz. Bu yüzden tek bilim fizik değil, bunun kimyası, biyolojisi, sosyolojisi var. En basitinden bilgisayarla matematik ispatların yapıldığı (3 renk teoremi), hava durumunun simülasyonlarla tahmin edildiği bir dünyadayız. Bir hoca "simülasyonun kendisinin bir fenomen" olduğunu ekledi.

(Megachallenge'lara "to fight death" maddesini koyduydu. İçimden "ölmemiz, geçici olmamız" lazımı geçirdim. Sesimi çıkartmadım. Birileri nasıl olsa mümkün olanı zorlayacak, yaklaşımları gidebildikleri en uç noktasına taşıyacak. Doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız, nihayetinde bir işi, onu zorlayan başaracak.)

Mühim bir öğüdü vardı (o kadar dolu bir sunumdu ki aslında eldeki malzemeden üç beş sunum rahat çıkardı). İncelediğin sistemi, içinde yaşadığın dünyayı, olası tüm dünyalar uzayında bir nokta olarak al. Bu öyle bir uzay ki, birbirine yakın noktalar yakın özellikler gösteriyorlar. Bu uzayı tanımlamak, kendi sisteminin üstüne genelleme yapmak demektir. (Aklıma hemen klasik mekaniğin Lagrangian formülizasyonundaki "Hamilton's Principle" ("principle of least action") geldi. Teşbihte, anıştırmada hata olmaz.) Çok çok doğru!

Quantum information özelinde bu metodun anladığım kadarıyla şu üç biçimini önerdi: 1) Generalizations of entanglement, 2) Other correlations which do not violate general relativity. 3) ... bunu yazamamışım.

Yeni veri yapıları ve algoritmalar keşfetmenin devrimci etkileri olabileceğini söyledi. Schnor'un üstel hızlı matriks çarpım algoritması, Shor'un asal çarpanlara ayıran kuantum algoritmasını örnek verdi.

Quantum computation'ın neden von Neumann tarafından keşfedilmediğinin yanıtı olaraksa "aslında kesin aklına gelmiştir de, o zamanki bilimsel çevre buna hazır değildi, uçuk fikirlerle bilimsel saygınlığına halel getirmek istememiştir" dedi.

Turing'in bilgisayarları fiziksel cihazlardan tamamen soyutladığını, teorik bir araştırma konusu yaptığını ama aslında bunu yaparken klasik hesaplama kısıtlamalarının sinsice çalışmasına sızdığını (bu dramatizasyon ve ifade benim yorumum) anlattı. (Bilgisayarların antik yunanda köleler, yakın zamanda hesap yapan kadınlar olduğunu söylemeyi ihmal etmedi. Tarihsel perspektife önem veren biri.)



Konuşmadan sonra biraz Hunter'ı keşfe çıktım. Kafeteryayı kullanmayı öğrendim. (Kendime hatırlatayım da bir dahaki sefere "faculty dining room"u deneyeyim.) Kütüphanenin çalışmaya uygun yerlerini araştırdım. Önce binada 4. 5. 6. katlara ulaşamadım. Asansör durmuyor, merdivenleri denesen o katlarda kapılar kitli. Hayde... Meğersem kütüphanenin içinden oralara gidiliyormuş. Hunter'daki ilk print deneyimimi de yaşadım. Hocaya soracağım soruları netleştirdim.



Saat 2 gibi hocayla buluştuk. İsmimi epey öğrenmiş. :-) Her zamanki gibi, hiç hal hatır faslına girişmeden fizik konuşmaya başladık. Bana bir sürü hesap içeren bazı notlar verip, üstüne yeni hesaplar yapmamı istemişti. İlk defa, basit de olsa, gerçek, kendime ait, önceden yapılmamış, bir araştırma yapıyor olmanın hazzını bolca yaşıyorum.

Konu, bir sistemin olasılık dağılımına bazı kısıtlamalar getirirsek, bunun klasik ve quantum sistemlerindeki etkisi ne olur. Daha detaylı söylemek gerekirse, iki parçadan oluşan bir sistemimiz var. Parçalar a ve b olsun. İkisinin de iki özelliği var: a1, a2 ve b1, b2. Bunlar, diyelim 0 ya da 1, değerlerini alabiliyorlar. Klasik çerçevede her özelliğin değer ölçümden önce belli olduğundan tüm olasılıklar p(a1=j, a2=k, b1=l, b2=m) olasılık dağılımınca belirleniyor.

Bu dağılıma eklediğimiz kısıtlama a1 ve b1'in tam korale olmaları, yani ölçümlerde hep aynı neticeyi vermeleri, yani j ile l'nin eşit olması. Keza a2 de b2 ile aynı ölçümü vermeli, yani k ile m de aynı olmalı. Bunu olasılık diliyle p(a1!=b1)=p(a2!=b2)=0 şeklinde ifade ediyoruz.

Bu kısıtlamayı koyduğumuzda görüyoruz ki hem klasik hem de quantum çerçevesinde, bu, p(a1=j,b2=j)=p(a2=j,b1=j) ima ediyor. Yani farkları sıfır. Bizim baktığımız durum ise, kısıtlamayı biraz rahatlattığımızda, yani p(a1!=b1)=p(a2!=b2) sıfırdan farklı olduğunda bu, bu farkı nasıl etkileyecek. Hoca pure quantum state'ler için hesapları yapmış. Benden mixed state'ler için aynı hesapı yapmamı, sonra da sisteme bir parça daha eklememi, bu değişikliklerin ilginç bir duruma yol açıp açmadığına bakmamı istedi.

Günlerdir bu çalışmaya başlayabilmek için altyapımı geliştiriyor, o kitap senin bu kitap benim "density operator" formülizasyonuna bakıyordum.

Hocayla verimli bir çalışma yaptık. Neredeyse tüm sorularımı yanıtladı. İngilizce kaynaklı bir anlamammazlık olmasın diye, anladığımı zannettiğim her şeyi bir iki sefer teyit ettirdim. (Mesela ben en kısıtlı durumda klasik ve kuantum hesaplarında farklılık oluyor zannediyordum, oysa yokmuş. Kısıtlama rahatlatılınca farkları ortaya çıkmaya başlıyormuş.)



Hunter'dan çıkıp GC'ye Thom'la Quantum Theory of Solids ödevini yapmaya gittim. Ben kendi çalışmamdan bahsettim, o da kendisinin çalışmasında takıldığı yeri gösterdi. İlginç bir olay olarak tek tek diverge eden integrallerin toplandığında converge ettiği bir örnekle karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. (Sage sağolasun, integralleri şıp diye hesapladı.)

Sonra beraber iki soruyu devirdik. Ufaktan bir sinerji yakaladık. Arada bana kızılderililerin (amerikan yerlilerinin) nasıl kolonistlerin taşıdığı mikroplarla yokolup gittiğini, şimdiki 300 tane üyesi kalmış bir kabilenin nasıl kumar zengini olduğu, şahane bir yerli müzesi kurduklarını vs. anlattı. Muhabbet de benim Twitter'da "armani" tişörtü giyen üç kişiyi polisin "ermeni örgütü propagandası yapmak" gerekçesiyle tutukladığı haberini okuyunca alnıma şaplak atmamla başladı. Oradan ermeni soykırımı, oradan da yerli soykırımına geldi muhabbet.



Dersimin olmadığı bir günü böyle üç farklı şekilde fizikle içiçe geçirince, "sonunda ABD'ye gelme sebebimi yaşamaya başladım, bunca cefa karşılığını buluyor" gibi hissettim. Evde de kendimi demoscene belgeselini seyrederek ödüllendirdim. Umarım bu tarz günleri daha çok yaşarım. Emeği geçen herkese teşekkürler!

26 Nisan 2011 Salı

Hascanvas embed denemece




# Böyle de bir oyuncak yaptım. Bakalım nasıl görünecek? (Refresh ettikçe yenileniyor olsa gerek.) Laylay...

9 Ağustos 2009 Pazar

Netbeans'te Vi

# Netbeans'in C/C++ için hazır make file'dan proje üretme (compile ve include edilecek dosyaları anlama), projedeki tüm dosyalardaki ve include edilen kütüphanelerdeki tanımları kullanabilen muhteşem code-compilation, semantic highlight (scope'u anlayarak, aynı scope'taki aynı adlı değişkenleri parlatması), projedeki her yerde değişkenin yeniden adlandırabilme vs. gibi özelliklerini kullanıyorum. SVN ve gdb entegrasyonu, "remote development" gibi unsurlarını da kullanmak istiyorum.
# Ama emacs ve özellikle de Vi'nin edit özelliklerinin eksikliğini hissediyordum. Arada bir acaba tüm işlerimi emacs'le ya da vim'le yapabilir miyim diye düşünüp, sadece ssh'la bir yere bağlandığımda değil, elimin altındaki bilgisayarda da Vim kullanma teşebbüsünde bulunuyordum. Ama işte bazı basit işlerde, browserdan bir yerden copy-paste yaparken kasılıyordum.
# İşte tüm dertlere deva bir çözüm: http://jvi.sourceforge.net/ Adresinden, jVi plugini indirilir, arşiv bir yere açılır. Netbeans açılır. Tools > Plugins > Downloaded > Add Plugins'ten açılan arşivin içinde .nbm dosyaları seçilir. Netbeans yeniden açılınca Vi kısayollarını kullanan bir Netbeans'e kavuşulmuş olunur. İki muhteşem ortamın güçleri bir arada!

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Simetri Fizikçinin Dostudur

# Bu sabah okula giderken Murray Gell-Mann'ın TED'deki "On beauty and truth in physics" konuşmasını seyrettim.

# Konu güzellik'le başlıyor: Güzellik nedir? Matematiksel olarak basitçe ifade edilebilendir.
# Gell-Mann ve arkadaşları 1957'de zayıf kuvvetin teorisini yapmışlar. Ve halihazırdaki bir çok deney sonucuyla çeliştiği halde "o kadar güzel ki, doğru olmalı" diyerek makalelerini yayınlamışlar ve sonunda da haklı çıkmışlar.
# Doğru kelime güzellik mi bilmiyorum. Okkam'ın usturasıi basitlik, bir fikrin (zip arşivi anlamında) en sıkıştırılmış şekilde ifade edilmesi gibi farklı terimler de kullanılıyor ama kastedilen sanırım aynı. Güzellik denildiğinde duruma estetik bir vurgu da katılmış oluyor.

# Sonra benim ilgimi çeken yanı simetriye geçiyor.
# Simetri ne zamandır kafamda tam oturmamış, fakat önemli olduğunu bildiğim bir kavramdı. Anladığım kadarıyla simetri, (bir eksene göre) simetrik dediğimiz görsel örneğinden yola çıkılarak anlatılabilir.
# Simetrik resim dediğimiz, simetri ekseninde aynalandığında aynı kalan resimdir. Bu "aynı kalış"a "(bir eksene göre) aynalanma altında simetri" denir.
# Keza çemberde de noktasal simetri vardır. Merkezi etrafında döndürdüğümüzde aynı kalır. Buna da döndürme altında simetrik denir. Küre de 3 boyutlu uzayda (merkezi etrafında uygulanacak bir) döndürme altında simetriktir.
# Yani simetri, bir operasyon ve bir nesne gerektirir. Bu nesne, bir geometrik nesne, resim ya da bir betimleme, açıklama, fizik yasası (veya fizik yasasının matemaitksel ifadesi) olabilir. Operasyon da, koordinat sistemi dönüştürmek, aynalamak, muhtelif transformasyonlar olabilir.
# Buradan sonra Gell-Mann Maxwell yasasının muhtelif simetrilerinin açığa çıkarılmasıyla nasıl matematiksel olarak daha zarif bir sunum kazandığını anlatıyor ki, konuşmanın benim en beğendim yeri burasıydı.
# Maxwell denklemlerini ilk yazdığında, her biri bir skalar eşitlik olan 8 tane denklem oluşuyordu. (2 skalar, 2 vektörel...)
# Oysa fizik yasalarının, içinde bulunduğumuz uzayı döndürdüğümüzde (yahut uzayda bulunan her nesneyi bir nokta etrafında döndürdüğümüzde) değişmeyeceğini bildiğimizden bu simetriyi ifşa edecek bir notasyona geçilebilir. 19. yüzyılda Gibbs ve Heaviside vektör notasyonunu bulmuşlar. (bunu da arada öğrenmiş olduk.) Vektörlerle yazıldığında her boyut için ayrı bir denklem yazmaya gerek kalmıyor. Denklem sayısı 4'e iniyor.
# Einstein'ın özel göreliliği ise aslında Maxwell denklemlerinin başka bir simetrisinin ifşasından geliyordu. (Sanırım burada kastettiği koordinat sistemi dönüşümleri.) Fizik yasaları bir koordinat sisteminden (ona göre sabit hızla giden) başka bir koordinat sistemine geçildiğinde değişmemeli. Maxwell denklemleri, Galileo koordinat dönüşümü altında (birbirine yaklaşan cisimlerin hızlarının basitçe toplandığı bildiğimiz lise fiziği) aynı kalmıyor. Bu durumda herkes Maxwell denklemlerini suçlarken Einstein hatanın koordinat sistemlerini dönüştürmede kullandığımız formülde olduğunu söylüyor. Lorentz'in bulduğu Maxwell Denklemlerini aynı bırakacak koordinat dönüşümünün fiziksel anlamını açıklıyor. (uzay-zamanın ilişkisi, ışık hızına yaklaşınca belirginleşen fenomenler vs.)
# İşte bu koordinat dönüşümü altında simetrik oluşu ifşa eden notasyonlarla gösterilince Maxwell yasaları iki satıra düşüyor! (İkinci denklem olan, "tüm manyetik alan elektrik akımlarından şu şekilde kaynaklanır, başka da bir kaynağı (manyetik monopolü ima ediyor) yoktur"un ileride yanlışlanabileceği notunu da düşmeyi ihmal etmiyor.)
# Ama hikaye burada bitmiyor ve benim bilmediğim yerlere geliyor. Yang ve Mills denklemleri daha da genelleştirip, daha yüksek simetrileri içine katmışlar. (yani kesin öğrenmem gereken bir teori!) ve Y-M teorisine yapılan genelleştirmeler, güçlü ve zayıf kuvvetlerin açıklamalarında kullanılmış.

# Sonra evren tahayyülüne ve epistemolojisine geçiyor.
  • Existence of a basic unified theory
  • steps toward unification
  • symmetry
  • self-similarity across the scales
# Yani: Temel ve tüm etkileşimleri izah eden (izah etmesi determinist olmasını gerektirmiyor) bir yasa vardır. Hali hazırda bildiğimiz yasalardan yola çıkarak adım adım daha temel olana (daha hassas değerler veren, daha geniş kapsamlı olana) doğru ilerliyoruz. Bunu yaparken fizik yasaları ve fenomenlerinin simetrilerini ifşa ediyor ve farklı düzeyler boyunca matematiksel yapılar arasındaki benzerlikleri kullanıyoruz.
# Determinist olmayan temel yasaya dair fikri şöyle: "Her şeyin teorisinin her şeyi açıklayacağı fikri yanlıştır." diyor.
Kuantum mekaniği determinist değil, istatistiksel olduğundan. Yani geçmişte olanlar verildiğinde, gelecekte olacakların olma ihtimallerini verdiğinden, kainatın tarihi temel yasalar ve tahayyül edilemez uzunluktaki bir tesadüfler silsilesince beraberce belirlenir (co-determine).
# Yani her şeyin teorisi aslında her şeyi açıklamaz. Sadece olasılıkları verdiğinden, "neden bu anda burada bu şekilde olduğumuz"un açıklaması temel yasaların yanında upuzun bir tesadüfler zincirini de gerektirir.
(# David Deutsch da, aynı bağlamda, evrenin başlangıç koşullarının her şeyin teorisiyle (yani tüm temel parçacık etkileşimlerinin teorisiyle) açıklanamayacağını, çünkü onların geçmişte olanla gelecekte olacak olan arasındaki köprü olduklarını söylüyordu.
# Ama kendisi hem başlangıç koşullarının teorisine, hem de birleşik alan teorisine sahip olmanın da "her şeyin teorisi"ne denk gelmediğini iddia ediyordu, ama o artık başka bir girdinin konusu.)

# Herkes self-similarity kavramını kendince kullanıyor. Gell-Mann da tüm fizik yasalarını tek çatı altında toplama ve bu yolda özbenzerlik kavramını şöyle ele alıyor:
Newly encountered phenomena are described rather simply, and therefore elegantly, in terms of mathematics close to what was already developed for phenomena studied earlier. That is a property of the basic law, not of the human observers. The manifestations of the law at different scales exhibit approximate self-similarity.
# Fizik yasalarının soğan modeline göre, soğanın katmanını her soyuşumuzda (daha yüksek enerji seviyesini, daha çok fenomeni açıklayan yasayı buluşumuzda) kullandığımız matematik, bir önceki katmanı açıklamada kullandığımıza epey benziyor. (Bu fikrini daha çok sayıda örnekle çeşitlendirmesi gerekiyor bence.) Ve bunun gözlemcilerin, fizik üretenlerin bilgi yapısının değil temel yasaların bir özelliği olduğunu iddia ediyor ki bu da epistemoloji yaparken ontoloji yapmaya başlaması demek oluyor.
# Coulomb'un bulduğu elektrik çekimi yasasının Newton'un kütle çekimi yasasına benzemesini de self-similarity'ye bir başka örnek olarak veriyor.

# Bir son dakika golüyle emergent özelliklere değiniyor. "daha fazlasını açıklayabilmek için daha fazlasına gerek yoktur", "yaşam fizik kimyadan ve muhtelif tesadüflerden çıkabilir." diyor. Yaratılış aldatmacasına tepkisini gösteriyor.

# David Deutsch'un da kullandığı kavramların farklı bir bakış açısında kullanımları...

1 Mart 2009 Pazar

Griffiths'in el yazısı r harfi fontu ve gelişmiş mathbb

# Latex'te iki konuda takıldım:
# Kuantum çalışmalarını kayda geçireyim, onlar zamanla büyür ve Türkçe bir bilgi kaynağı haline gelebilirler diye düşündüydüm. Anlattıklarımı yazarken, Griffiths'in kaynak yükü ile hedef yük arasındaki yer değişimini ifade eden vektör için kullandığı el yazısı bir r harfini nasıl yapacağımı bilemedim. 
# Dün de bayağı bir vaktimi, Haluk Hoca'nın Phys 531 (quantum 1) dersinin ödev cevaplarını bilgisayara geçirirken kullanmak için, identity, zero, x ve k operatörlerinin, hani şu harfin hemen yanına düşeyde bir çizgi daha çekerek operatör olduğunu belli eden o notasyonu, Latex'te yapabilme uğraşıyla geçirdiydim. \mathbb sadece büyük harfleri öyle yapıyor, sayıları ve küçük harfleri yapmıyordu.
# İki sorumun cevabını da The Comprehensive LATEX Symbol List'in 65. sayfasında buldum.
# Operatör notasyonu için preamble'ye
\usepackage{mathbbol}
# komutunu ekledim. Böylece \mathbb'lerim gelişti.

# El yazısısı için önce Miktex'in paket yöneticisi ile calligra paketini kurdum. Preamble'ye şunları ekledim:
\usepackage[T1]{fontenc}
\usepackage{calligra}

\DeclareMathAlphabet{\mathcalligra}{T1}{calligra}{m}{n}

\DeclareFontShape{T1}{calligra}{m}{n}{<->s*[2.2]callig15}{}

# 3. komut math modunda \mathcalligra deyip script karakterleri yazmayı sağlıyor. 4. komut ise küçük kalan karakterleri, standart matematik fontlarıyla aynı büyüklüğe getirecek şekilde ölçekliyor.

# Ve insanlığın Latex karşısındaki zaferi!


24 Şubat 2009 Salı

Oscar Adayı Kısa Animasyonlar

  • Yalnızlık, aşka özlem, bekleyiş, çekingen ilan-ı aşk: Lavatory Lovestory
  • Bir arada kalmaya çalışan aşık ahtopotların maceraları: Oktapodi (HD)
  • Pixar'dan, Portal oyunundaki solucan deliği temalı bir slapstick: Presto
  • Tabut taşırken başa gelen talihsizlikler: This Way Up
  • ve oskar La Maison en Petits Cubes'e gidiyor. Yaşlılık, geçmiş, anılar, metaforlar: Bölüm 1Bölüm 2
# Zannımca kazanan ödülü haketmiş. Doğru bir deyişle: ben jüride olsaydım, kendime hakim olup ödülü Pixar'a vermemeyi becermeye çalışarak, bu animasyona verirdim.